oysa ki ne kadar da güzeldi her şey aylar öncesinde. koridorlarda süzülen siyah, umursamaz ve acelesiz silüetini izlemekten hiçbir zaman sıkılmayacağım galiba, her ne kadar gidişini izlemek beni üzse de. bakışlarını arıyorum belki bir kez daha bakarsın diye. belki gülümsersin bir kez daha kimsenin gülümseyemediği gibi diye. sararsın bana kollarını namütenahi şevkatinle diye. dünyalara sığdıramadım kafamdaki seni, karanlık tavanımdaki bakışlardan başlayıp galaksinin köşesine uzanan tahammülfersalıkla, rüyalarımın baş ucuna, yaratılışından kesilmiş, düşünceleri durmadan ve sınırları olmadan ıssızlaşan seni. kafamda küllerinin üzerinde yağan yağmurun altında hareketsizce duran seni. çırpınan öfler çekiyordum her vakit farkında olmadan. kendi kafamın içinde kaybetmiştim seni izole ederek kendimden. öyle olması gerekiyordu çünkü.
çatlamış yumurtalar ve ölü kuşlar çığlık atıyorlar yaşam için savaşırken düşüncelerimde.
nasıl gerçek bir kahkaha oluşabilirdi ki suratta
nasıl bir şey tat verebilirdi
nasıl alınan her nefes boğmazdı
nasıl görmezden gelinebilirdi her şeyin kayıp gittiği
nasıl gözarde edilebilirdi dünyanın döndüğü ve kimseyi beklemediği?
gecenin sessizliği, çabuk biten sigaralar ve ruh parçalayan gitar melodileri var artık sadece 8 dakika boyunca ruhumun derinliklerine gömdüğüm, beni arafına geri gönderen. artık yüz binlerce kişi arasındaki iki yabancıyız bakışları hiç birbirine değmeyen. umarım iyi değilsindir. çünkü ben hiç iyi değilim.